3 Şubat 2011 Perşembe

Panel… Gençler… Dergi…

“24 Ocak’tan Bugüne Türkiye ve Zonguldak” başlığı altındaki paneli izledik 29 Ocak’ta,  GMİS Salonu’nda... 12 Eylül kuşağı; 24 Ocak öncesi yaşanılabilir düzeydeki ücretlerden de, sonrasındaki büyük düşüşlerden de bihaberdi. Bunlar ancak dinlediği, okuduğu, dolaylı öğrendiği gerçeklerdi.
Her kuşak bir sonrakine örnektir bildiğimiz üzere. Olumlu-olumsuz yanlarıyla yön çizer. Amaç daha ileri bir kuşaktır. İyi de bugünlerde dilimize düşen o “müthiş geriye gidiş” nedir? Hak kaybına uğrayan meslektaşları için dilekçelerle, telefonla, yürüyüşlerle boğuşan sendikacı dostumuzun dediği gibi “hızlı demokrasiye geçtik, yetişemiyoruz!” mu?
Peki, konuşmacı Metin Çulhaoğlu’nun “aslında kaybedecek şeyleri olmayan onlardır” dediği gençler bunun neresinde? 12 Eylül’ü yapmak zorunda olan 24 Ocak torbasından çıkardığı bilgileri salona döktü Çulhaoğlu… Eh, ekonomi sıkıcı iştir, biliriz. Yaşamımız ona bağlıdır, bunu da biliriz. Ekonomik yasalar faşist yasalarla birleşip yaşamımızın yasalarını ve günümüzün bana dokunmayan yılancıların altyapısını nasıl oluşturduğu oldukça anlaşılır, basit bir dille anlatıldı. Fakat torbadan bilgiler döküldükçe salonun tahta tabanına vura-vura çıkan gençler de azaldı panelde... Kapı her kapanışında kitap sattığım günlerde yüzüme kapanan kapıları hatırladım nedense. Üstelik kapananların çoğu da genç kapılardı!Niye bu gençler kitap okumuyor?” diye kendimi sorguladığımı bile hatırlıyorum.
  Kimi gençler, bilmem kaçıncı kez İstanbul’u; kimisi Mekke’yi fetihle uğraşıyor; kimisinin dünyanın umurunda olmadığı bir süreç yaşanıyor” mu diyelim. İnsanı-insanlığı fethetmek, geleceği merak etmek gibi marazlar(!) mı ihsan edilmemiş onlara! Biz de marazlı kişiler olarak onlara çok mu yabancıyız? Dokundurduğumda gülüyorlar bana. “Sen ne diyorsun yahu” diyorlar gözleriyle. Birisi “ben de şiir yazıyorum, aslında” diyor. Ötekisi “kendime hitap eden bir konu bulamıyorum” diyor. Kimisi de “öyle şeyden biz anlamayız, patronlar okusun!" öğüdü veriyor.
En kolayı mı gençleri suçlamak? Şimdikilerden bir şey olmaz, biz zamanında ne işler… diye devam eden cümleleri de sık duyar olduk. “Bizim hatamız arkamızdakileri yetiştiremeyişimiz, bizim kuşakla olayı bitirdik” diyen emekli işçi dostumuz gibi kendini sorgulayan kaç kişi var?
Peki, sanat dergisi bunun neresinde? İlkyazımızda demiştik ki; "1800’lerde ‘Aya Yolculuk’ yazıldığında bir düşbazın kurgusuydu. 1960’larda gerçek oldu. Ayakkabı boyacısına dergi okutmak da bizim düşümüz… “
Eh, tarihi fazla geciktirmemek elimizde olduğuna göre

Düşlemeye devam edin; zira cehaletten başka kaybedecek şeyimiz yok…